Ceza hukuku alanında, kast ve taksir kavramlarının anlaşılması ve uygulanması hayati önem taşımaktadır. Bu makalede, bilinçli taksir konusunu, Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddeleri ve Yargıtay kararları ışığında ele alarak, konuya dair net bir anlayış sağlamayı hedefledik.
Kast ve Taksir Kavramları
Modern ceza hukukunun temel prensiplerinden biri, ceza sorumluluğunun kusura dayanmasıdır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, bu prensibi benimseyerek ceza sorumluluğunun temelini kast ve taksir olmak üzere iki ana kategoride düzenlemiştir. Bu düzenleme, suç ve ceza arasındaki dengenin sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır.
Kast, en genel tanımıyla suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Kastın iki farklı görünüm şekli bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan doğrudan kast, failin suçun kanuni tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesidir. Örneğin, bir kişinin başka birine zarar vermek amacıyla ateş etmesi doğrudan kasta örnek gösterilebilir.
İkinci tür olan olası kast ise, failin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemeye devam etmesi ve olası sonuçları göze almasıdır. Kalabalık bir ortamda silahla ateş eden kişinin, hedeflediği kişi dışında başkalarına da zarar verebileceğini öngörmesine rağmen eylemini gerçekleştirmesi, olası kasta tipik bir örnektir.
Taksir ise kasttan farklı olarak, failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması sonucu öngörülebilir bir neticeyi öngörememesi durumudur. Taksirli suçlarda fail, gerçekleşen sonucu istememektedir. Ancak gerekli dikkat ve özeni göstermediği için hukuk düzeni tarafından kınanmaktadır. Örneğin, bir sürücünün trafik kurallarına uymayarak kaza yapması ve başkasının yaralanmasına sebep olması taksirli bir eylemdir.
Ceza hukukunda kural olarak suçlar kasten işlenir. Taksirli suçlar ise ancak kanunda açıkça belirtildiği hallerde cezalandırılır. Bu durum, 5237 sayılı TCK'nın temel ilkelerinden biridir. Kanun koyucu, toplumsal düzenin korunması açısından önem arz eden bazı alanlarda (trafik, iş güvenliği, çevre koruma gibi) taksirli davranışları da cezalandırma yoluna gitmiştir.
Kast ve taksir arasındaki en önemli fark, failin suç teşkil eden fiili gerçekleştirme iradesidir. Kastta fail, suçun unsurlarını bilerek ve isteyerek gerçekleştirirken, taksirde dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak istemediği bir sonuca neden olmaktadır. Bu ayrım, ceza hukukunda sorumluluğun belirlenmesi ve cezanın tayini açısından büyük önem taşır.
Günümüz toplumunda teknolojik gelişmeler ve karmaşık sosyal ilişkiler nedeniyle, özellikle taksirli suçların sayısında artış gözlemlenmektedir. Bu durum, kast ve taksir kavramlarının doğru anlaşılmasını ve uygulanmasını daha da önemli hale getirmektedir. Yargı organları, her somut olayda failin kastının mı yoksa taksirinin mi bulunduğunu titizlikle değerlendirmek durumundadır.
Taksir Çeşitleri ve Cezalandırma
Türk Ceza Hukukunda taksir kavramı, iki farklı şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar basit taksir ve bilinçli taksir olarak adlandırılır. Her iki taksir türü de ceza sorumluluğunun belirlenmesinde ve cezanın tayininde önemli rol oynar.
Basit Taksir
TCK m.22/2'ye göre basit taksir, failin öngörülebilir bir neticeyi öngörememesi durumudur. Bu durumda fail, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak suçun kanuni tanımında yer alan neticenin gerçekleşmesine neden olur. Örneğin, bir sürücünün yağmurlu havada hız sınırına uymaması sonucu kaza yapması basit taksire örnek gösterilebilir.
Basit taksirde fail, neticeyi öngörebilecek durumda olmasına rağmen, gerekli dikkat ve özeni göstermediği için neticeyi öngörememiştir. Bu durumda ceza sorumluluğu, failin göstermiş olduğu özensizlik ve dikkatsizlik derecesine göre belirlenir.
Bilinçli Taksir
TCK m.22/3 düzenlemesine göre bilinçli taksir, failin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen, neticenin meydana gelmesi durumudur. Bilinçli taksirde fail, hareketinin olası sonuçlarını öngörmekte ancak kendi yetenek ve becerisine güvenerek veya şansa güvenerek bu sonucun gerçekleşmeyeceğini düşünmektedir.
Bilinçli taksirde ceza artırımı öngörülmüştür. Buna göre, taksirli suça ilişkin ceza, failin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen neticenin meydana gelmesi halinde üçte birden yarısına kadar artırılır. Bu artırım, bilinçli taksirin basit taksire göre daha ağır bir kusurluluk şekli olmasından kaynaklanmaktadır.
Yargıtay kararlarında bilinçli taksir ve olası kast ayrımı önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin, Yargıtay'ın 2018/3385 ve 2020/994 sayılı kararlarında, failin neticeyi öngörmesine rağmen istememesi ile neticeyi göze alması arasındaki ince çizgi detaylı şekilde ele alınmıştır.
TCK m.23'te düzenlenen netice sebebiyle ağırlaşmış suçlarda da taksir değerlendirmesi önem kazanmaktadır. Bu düzenlemeye göre, failin kastettiği fiilden daha ağır veya başka bir neticenin gerçekleşmesi durumunda, bu netice açısından failin en azından taksirle hareket etmiş olması aranır.
Bilinçli taksir ile olası kast arasındaki ayrımın belirlenmesinde, failin kişilik özellikleri, olay anındaki davranışları ve olayın meydana geliş şekli gibi faktörler göz önünde bulundurulur. Örneğin, kalabalık bir caddede aşırı hız yapan sürücünün, kaza yapabileceğini öngörmesine rağmen, sürüş yeteneğine güvenerek kazanın olmayacağını düşünmesi bilinçli taksire örnek gösterilebilir.
Taksir çeşitlerinin ve cezalandırmanın doğru belirlenmesi, adil bir yargılama için kritik öneme sahiptir. Yargıtay'ın yerleşik içtihatları, somut olayın özelliklerine göre taksir türünün belirlenmesi ve uygun cezanın tayini konusunda yol gösterici niteliktedir. Bu bağlamda, her somut olayın kendi özellikleri içinde değerlendirilmesi ve failin kusurluluk derecesinin doğru tespit edilmesi gerekmektedir.
Uygulama Örnekleri ve Yargıtay Kararları
Bilinçli taksir kavramının uygulamadaki yansımalarını, farklı suç türleri üzerinden incelemek, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda, trafik kazaları, iş kazaları ve çevre kirliliği vakaları önemli örnekler sunmaktadır.
Trafik Kazaları
Trafik kazalarında bilinçli taksirin değerlendirilmesi, özellikle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve TCK m. 22/3 kapsamında yapılmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2019/211 sayılı kararında, alkollü araç kullanma sonucu meydana gelen trafik kazası ele alınmıştır. Kararda, sürücünün 0,54 promil alkollü olması ve kaza anında direksiyon hakimiyetini kaybetmesi değerlendirilmiş, ancak bu durumun tek başına bilinçli taksir oluşturmayacağı vurgulanmıştır. Mahkeme, alkol seviyesinin detaylı bir hekim muayenesiyle belirlenmemiş olmasını dikkate alarak, olayı basit taksir kapsamında değerlendirmiştir.
İş Kazaları
İş kazalarında bilinçli taksirin tespiti, işverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alma yükümlülüğü çerçevesinde değerlendirilmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2018/527 sayılı kararı bu konuda önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kararda, çatı tamiri sırasında meydana gelen ölümlü iş kazası incelenmiştir. İşveren, 1000 TL götürü ücret karşılığında çalıştırdığı işçinin çatıdaki atermit levhasına basarak düşmesi sonucu ölümünden sorumlu tutulmuştur. Mahkeme, işverenin gerekli güvenlik önlemlerini almaması ve işi nezaret etmeden bırakmasını taksirli suç kapsamında değerlendirmiştir.
Çevre Kirliliği
Çevre kirliliği vakalarında bilinçli taksirin değerlendirilmesi, özellikle teknik ölçümler ve standartlar üzerinden yapılmaktadır. Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 2016/1174 esas, 2017/4807 karar sayılı içtihadında, egzoz emisyon değerlerini aşan araç sahibinin durumu ele alınmıştır. Kararda, araç sahibinin emisyon ölçümü yaptırma yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve çevre kirliliğine neden olması değerlendirilmiştir. Mahkeme, teknik ölçümlerin ve standartların aşılmasının bilinçli taksir kapsamında değerlendirilebileceğini vurgulamıştır.
Yargıtay'ın bu kararları, bilinçli taksirin farklı suç türlerindeki uygulamasına ışık tutmaktadır. Özellikle trafik kazalarında alkol kullanımı, iş kazalarında güvenlik önlemlerinin alınmaması ve çevre kirliliğinde teknik standartların aşılması gibi durumlar, bilinçli taksirin varlığının tespitinde önemli kriterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kararlarda dikkat çeken ortak nokta, faillerin sonucu öngörmelerine rağmen, gerekli önlemleri almayarak veya kurallara uymayarak hareket etmeleri ve neticeyi istememelerine rağmen gerçekleşmesine sebebiyet vermeleridir.
Kişisel ve Ailevi Durumun Cezaya Etkisi
Taksirli suçlarda, failin kişisel ve ailevi durumu ceza tayininde önemli bir rol oynamaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası, taksirli hareket sonucu neden olunan neticenin, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın uygulanmasını gerektirmeyecek derecede mağdur olmasına sebebiyet vermesi halinde ceza verilmeyeceğini düzenlemektedir. Bu düzenleme, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan cezanın bireyselleştirilmesi prensibinin önemli bir yansımasıdır.
Bilinçli taksir halinde ise durum farklılık göstermektedir. Kanun koyucu, bilinçli taksir durumunda cezanın yarıdan altıda bire kadar indirilebileceğini öngörmüştür. Bu düzenleme, bilinçli taksirin daha ağır bir kusurluluk hali olması nedeniyle, cezasızlık halinin daha sınırlı uygulanması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır.
Yargıtay'ın konuya ilişkin kararları, uygulamada nasıl bir yol izleneceğine ışık tutmaktadır. Yargıtay'ın 2018/5428 sayılı kararı, iş kazası sonucu failin kendi oğlunun ölümü olayında önemli bir içtihat oluşturmuştur. Bu kararda, failin sadece kendi oğlunun ölümünden etkilenmiş olması durumunda dahi, başka kişilerin de zarar görmesi halinde şahsi cezasızlık nedeninin uygulanamayacağı vurgulanmıştır.
Konuya ilişkin diğer Yargıtay kararları (2017/4484, 2018/641, 2015/42905), taksirli suçlarda ceza indirimi veya cezasızlık uygulamasının şartlarını detaylı olarak ele almaktadır. Bu kararlarda öne çıkan husus, failin kişisel ve ailevi durumunun değerlendirilmesinde aşağıdaki kriterlerin dikkate alınması gerektiğidir:
- Failin eylem sonucu uğradığı zararın ağırlığı
- Mağdur ile fail arasındaki ailevi bağın niteliği
- Olayın fail üzerindeki psikolojik ve sosyal etkileri
- Failin ekonomik durumu ve olaydan sonraki davranışları
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca, sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulması gerekmektedir. Bu düzenleme, ceza tayininde kişisel ve ailevi durumun değerlendirilmesi sürecinde önemli bir güvence oluşturmaktadır.
Taksirli suçlarda kişisel ve ailevi durumun cezaya etkisi değerlendirilirken, nedensellik bağının münhasırlığı özel önem taşımaktadır. Zararlı netice münhasıran failin kişisel ve ailevi durumundan kaynaklanmalıdır. Başka kişilerin de zarar görmesi halinde, bu hükmün uygulanması mümkün olmayacaktır.
Ceza hukukunda kast ve taksir ayrımının önemi, kişisel ve ailevi durumun cezaya etkisi konusunda da kendini göstermektedir. Taksirli suçlarda failin kusurunun niteliği, ceza tayininde belirleyici rol oynamaktadır. Özellikle bilinçli taksir hallerinde, failin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen gerçekleştirmiş olması, ceza indirimi veya cezasızlık hallerinin uygulanmasında daha dikkatli bir değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
Sonuç olarak, taksirli suçlarda kişisel ve ailevi durumun cezaya etkisi, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan cezanın bireyselleştirilmesi prensibinin önemli bir yansımasıdır. Yargıtay kararları ve kanuni düzenlemeler, bu konuda hakimlere yol gösterici nitelikte olup, her somut olayın kendi özellikleri içinde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşım, ceza adaletinin sağlanması ve toplumsal barışın korunması açısından büyük önem taşımaktadır.
0 yorum